13 Temmuz 2013 Cumartesi

YABANCI HAYALET

Yürüyordum. Saatler olmuştu yürümeye başlayalı. Her adımda uzaklaşıyordum her şeyden sanki. Tek istediğim düşünmeden kulağımdaki melodi ile saatlerce yürümekti. Neler oluyordu? Artık hiç bir şey algılayamıyordum. Hafızamı yitirmiş gibiydim. Uzun süredir gözlerimle ayaklarımı takip ediyordum. Kafamı kaldırıp etrafa bakınca ağaçların arasında olduğumu fark ettim. Çok yorulmuştum. Boş bulunup dizlerimin üzerini yığıldım. İstem dışı gözlerimden yaşlar akıyordu. Birden hıçkırmaya başladım. Sesim ağaçların arasında yankılanıp, geri dönüp kulağımı çınlatıyordu. Kendimi kontrol etmeye çalıştıkça daha kuvvetli bir isteri nöbeti ile karşı karşıya kalıyorum. Sonra karanlık yavaşça beni içine çekti.
Bir ses duyuyordum. Gülüyordu. Bir komedi filmindeki en can alıcı esprinin yapıldığı andaki gülen seyirci topluluğu gibiydi içten gülüşü. Çok mu komikti? Veya komik olan neydi? Sesin sahibi her kimse bu halimden zevk mi alıyordu? Saçmalık. Bir şeyler söylüyordü.
- Uyandın mı? Kaç saattir uyuyorsun farkında mısın? Yüzü birden ciddileşti. Yaşı en az kırklarda gösteriyordu. Ama yirmili yaşlardaki bir gencin alaycı bakışları vardı gözlerinde. Sırtını ağaca yaslamış bir şekilde oturuyor olmasına rağmen boyunun kısa olduğu çok belliydi. Saçları ve gözleri simsiyahtı. Gülümsemek ile gülümsememek arasında duran yüz ifadesi ile sorular sormaya devam etti.
- Duymuyor musun beni? Cevap versene!
- Duyuyorum, evet. Sesim ağlamaklı çıkmıştı.
- Ne işin var burada? Şehir merkezinden ne kadar uzakta olduğunun bilincinde değilsin sanırım. O kadar çok yürümemiştim, ne kadar uzakta olabilirdim ki? Ayrıca neden burada olduğumu, buranın neresi olduğunu hatta kim olduğumu bile bilmiyordum. Ya da öyle hissetmek istiyordum.
- Bilmiyorum, dedim sonunda. Sesimi ben bile duymamıştım. Yine güldü. Sadece güldü. Bu sefer öfkelenmiştim.
- Komik olan ne? Bu cümleyi istemsizce söylemiştim. Ardından planlamadığım bir cümle daha çıktı ağzımdan:
- Ağlamaktan şişen gözlerim mi komik yoksa? Espri anlayışına bayıldım. Cevap yoktu. Boş boş bakıyordu. Bu öfkemi körüklüyordu. Buradan gitmeliydim. Bulunduğum bu yerden bilmediğim yeni yerlere gidecektim. Tam eğilmişken kolumdan sertçe tuttu. Canım yanmıştı. Konuşmaya başladı:
- Nereye gideceksin? Tamam, baştan başlayalım. Ben Doğa. Her gün insanlardan kaçar buraya gelirim. İnsanın olmadığı yerler daha huzurlu. Senelerden beri burada kimseyi görmemiştim. Seni görünce şaşırdım. Ne yaptığına bakmak için yanına geldim. Geldiğimden beri uyuyorsun ve ben buraya üç saat önce geldim. Burası uyumak için doğru bir yer değil. Burası çok tehlikeli. Bu sözleri bana onu dinlemem gerektiğini hissettirdi. Hem üç saattir baygın bir halde yatıyor muydum ben? “Uyumuyordum. Bayıldım sanırım. Neden oldu, neler oldu bilmiyorum." Açıklama bekler gibi bakıyordu yüzüme.
- Neden açıklama yapayım ki?
- Buna mecbursun, dedi. Bu kendini beğenmişlik değil miydi?
- Mecbur muyum? Haha çok komikti, deyip yeniden gitmeye yeltendim.
-Tamam tamam. Söylüyorum. Hayatın boyunca bir daha görmeyeceğin birinin yanında rahat davranırsın değil mi? Sana söz veriyorum beni bir daha görmeyeceksin. Anlat, hadi. “Beni bir daha görmeyeceksin " cümlesini söylerken acı çeker gibiydi sesi. İçimde bir güven yayıldı. Yavaşça oturup bağdaş kurdum. Gözlerimi kapattım. Kendi kendime konuşuyor gibi başladım cümleme:
- Haklısın. Seni bir daha görmeyeceğim. Sana her şeyi anlatacağım, sende beni anlayacaksın. Yardım edeceksin bana. Bir melek gibi, dedim. Sonra yavaşça gözlerimi açtım ve yüzüme en masum gülümsememi yerleştirip kafamı sola yatırdım."Ama ben açıktım önce yemek yesek?" dedim. Tepkisini ölçmek için gözlerimi ona dikmiş bakıyordum. Elindeki çalı ile toprağa bir şeyler yazıyordu. Dişleri gözükecek şekilde gülümserken başını bana çevirdi: “Tamam, ama her şeyi anlatacaksın söz mü?" dedi. Kendimden emin bir şekilde: “Tabi ki ” dedim. Az önceki zifiri karanlık yerini aydınlığa bırakıyordu. Yavaşça ayağa kalktım. “Adım Irmak. Bunu biliyorum. Sonra… Sanırım daha fazla şey bilmiyorum." deyip dudak büktüm. "Çok acayipsin." dedi çınlayan kahkahası ile beraber. “Dur dur hatırladım. Yalnız kalmak istiyordum." dedim. "İyi ama neden?" diye karşılık verdi. “Ben ailemi hiç görmedim. Yetimhanede büyüdüm. Sanırım olabilecek en kötü şartlardı. Dünyanın en berbat çocukluğuydu. Bir gün beni yanlarına çağırıp buradan gideceğimi söyledikleri an çok mutlu olmuştum. Daha güzel bir hayat beni bekliyor sanmıştım, yanılmışım. İnsan iyisini bekleyip kötüsüyle karşılaşınca sarsılıyor. Hele de çocuk olunca. Üvey anne-babam gerçekten beni hiç sevmiyorlardı. Sadece “yapmış gibi görünmek" için beni almışlardı. Tüm yaşıtlarım yetimhaneden geldiğimi biliyordu. Dışladılar, ötekileştirdiler. Sonra bir gün eve geldiğimde içeride daha önce hiç görmediğim bir kadın gördüm." Gözlerim dolmuştu. Yaşları elimin tersi ile sildim. “Senet diyordu. Ne kadar küçük olsam da senedin ne demek olduğunu biliyordum. Bir kaç yıl önce işin aslını öğrendim. Pınar -ikinci üvey annem- hiç evlenmemiş. Bir çocuğunun olmasını çok istiyormuş. Bu yola başvurmuş. " Birden susmuştum. “Ya sonra " dedi Doğa. “Artık bir şey yesek de öyle devam etsem?" dedim. Birden gözlerindeki duman dağıldı. Gülümsedi. “Tamam, hadi gel bakalım" dedi. Yemek yerken yeniden anlatmaya başladım. “Hep ötekileştirdiler beni. Çığlık çığlığa bağırdığım zaman bile kimse sesimi duymadı. Bu sabah uyandığımda Pınar’ın bana bir mektup bıraktığını gördüm." Cebimdeydi mektup. Doğa’ya uzattım cebimden çıkarıp.
“Irmak,
Senden, senin sorunlarından, depresyon hallerinle uğraşmaktan bıktım. Yurt dışına taşınacağım. Numaramı bile değiştireceğim. Ev senin olsun. Yeter ki seni bir daha görmeyeyim.
–Pınar”
 Doğa okuyunca tekrar konuşmaya başladım. “Hiç bir zaman maddi zenginlik istemedim. Tek bir dost istedim. Ama hiç olmadı. Olur mu? Bilmiyorum. Sanırım ölümüm bile böyle olacak. Tek. Acaba kim fark edecek? Kim bulacak cesedimi?" Hiç tepki vermiyordu. Bakıyordu. Ama farklı bir bakıştı. Beni anlıyordu. İlk kez biri üzüntüme ortak oluyordu. İçimde bir kıvılcım alevlenir gibiydi. Yemeklerimiz bittiğinde akşam olmak üzereydi. Konuşmuyordu. Ses yoktu. Ama güven veriyordu bakışları. Mutluydum. Belki de konuşup kendine bağlamaktan korkuyordu. Saatlerce yürüdük, yürüdük, yürüdük. Konuşmadan ama yanında birisinin olmasının verdiği güvenle. Sonunda bir kaldırıma oturduk. Yorulmuştum. Algılayabildiğim tek şey sayıklıyordum : " BENİ BIRAKIP GİTME, YALVARIRIM. " diye… Günün ilk ışıkları pencereden içeri doluyordu. Dün olanlar aklıma gelince yataktan fırladım. Tüm evi aradım. Yoktu. Gitmişti. Rüya mıydı? Ben rüya mı görmüştüm? Umutsuzca kendimi koltuğa attım. O an masanın üzerindeki fotoğrafı gördüm. Doğa ile dün çekilmiştik. İşte o an bir umut doldu içime. Belki bir daha gelmeyecekti ama var olduğunu bilmek bile yeterdi bana. Yaşamak için bunu bilmek yeterdi. Kendime bir söz verdim: “Yaşamımın geri kalanını onu bulmak için adamak, yaşamak için iyi bir neden olacak. " Susadığımı hissettim. Ama o arada fotoğrafta dikkatimi bir şey çekti. Gözleri yoktu. Uzun zamandır aç olduğum için yanlış gördüğümü düşündüm. Mutfağa giderken yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Mutluluk buydu. Tam buzdolabının kapısını açtığım sırada balkonun kapısından bir ses geldi. Koşarak salona gittiğimde masanın üzerinde bir not vardı. Notun üzerinde " Doğa’dan " yazıyordu. Resim etrafta yoktu. Aradım, bulamadım. Elime aldım notu ve okudum. " HAYALETİN HER ZAMAN YANINDA İNANMAN YETERLİ " Bu gözlerini fotoğrafta neden göremediğimi açıklıyordu. 
-Şeyma

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder