Yürüyordum. Saatler
olmuştu yürümeye başlayalı. Her adımda uzaklaşıyordum her şeyden sanki. Tek
istediğim düşünmeden kulağımdaki melodi ile saatlerce yürümekti. Neler
oluyordu? Artık hiç bir şey algılayamıyordum. Hafızamı yitirmiş gibiydim. Uzun
süredir gözlerimle ayaklarımı takip ediyordum. Kafamı kaldırıp etrafa bakınca
ağaçların arasında olduğumu fark ettim. Çok yorulmuştum. Boş bulunup dizlerimin
üzerini yığıldım. İstem dışı gözlerimden yaşlar akıyordu. Birden hıçkırmaya
başladım. Sesim ağaçların arasında yankılanıp, geri dönüp kulağımı
çınlatıyordu. Kendimi kontrol etmeye çalıştıkça daha kuvvetli bir isteri nöbeti
ile karşı karşıya kalıyorum. Sonra karanlık yavaşça beni içine çekti.
Bir ses
duyuyordum. Gülüyordu. Bir komedi filmindeki en can alıcı esprinin yapıldığı
andaki gülen seyirci topluluğu gibiydi içten gülüşü. Çok mu komikti? Veya komik
olan neydi? Sesin sahibi her kimse bu halimden zevk mi alıyordu? Saçmalık. Bir
şeyler söylüyordü.
- Uyandın mı?
Kaç saattir uyuyorsun farkında mısın? Yüzü birden ciddileşti. Yaşı en az
kırklarda gösteriyordu. Ama yirmili yaşlardaki bir gencin alaycı bakışları
vardı gözlerinde. Sırtını ağaca yaslamış bir şekilde oturuyor olmasına rağmen
boyunun kısa olduğu çok belliydi. Saçları ve gözleri simsiyahtı. Gülümsemek ile
gülümsememek arasında duran yüz ifadesi ile sorular sormaya devam etti.
- Duymuyor
musun beni? Cevap versene!
- Duyuyorum,
evet. Sesim ağlamaklı çıkmıştı.
- Ne işin var
burada? Şehir merkezinden ne kadar uzakta olduğunun bilincinde değilsin
sanırım. O kadar çok yürümemiştim, ne kadar uzakta olabilirdim ki? Ayrıca neden
burada olduğumu, buranın neresi olduğunu hatta kim olduğumu bile bilmiyordum.
Ya da öyle hissetmek istiyordum.
- Bilmiyorum,
dedim sonunda. Sesimi ben bile duymamıştım. Yine güldü. Sadece güldü. Bu sefer
öfkelenmiştim.
- Komik olan
ne? Bu cümleyi istemsizce söylemiştim. Ardından planlamadığım bir cümle daha
çıktı ağzımdan:
- Ağlamaktan
şişen gözlerim mi komik yoksa? Espri anlayışına bayıldım. Cevap yoktu. Boş boş
bakıyordu. Bu öfkemi körüklüyordu. Buradan gitmeliydim. Bulunduğum bu yerden
bilmediğim yeni yerlere gidecektim. Tam eğilmişken kolumdan sertçe tuttu. Canım
yanmıştı. Konuşmaya başladı:
- Nereye
gideceksin? Tamam, baştan başlayalım. Ben Doğa. Her gün insanlardan kaçar
buraya gelirim. İnsanın olmadığı yerler daha huzurlu. Senelerden beri burada
kimseyi görmemiştim. Seni görünce şaşırdım. Ne yaptığına bakmak için yanına
geldim. Geldiğimden beri uyuyorsun ve ben buraya üç saat önce geldim. Burası
uyumak için doğru bir yer değil. Burası çok tehlikeli. Bu sözleri bana onu
dinlemem gerektiğini hissettirdi. Hem üç saattir baygın bir halde yatıyor
muydum ben? “Uyumuyordum. Bayıldım sanırım. Neden oldu, neler oldu bilmiyorum."
Açıklama bekler gibi bakıyordu yüzüme.
- Neden
açıklama yapayım ki?
- Buna
mecbursun, dedi. Bu kendini beğenmişlik değil miydi?
- Mecbur
muyum? Haha çok komikti, deyip yeniden gitmeye yeltendim.
-Tamam tamam.
Söylüyorum. Hayatın boyunca bir daha görmeyeceğin birinin yanında rahat
davranırsın değil mi? Sana söz veriyorum beni bir daha görmeyeceksin. Anlat,
hadi. “Beni bir daha görmeyeceksin " cümlesini söylerken acı çeker gibiydi
sesi. İçimde bir güven yayıldı. Yavaşça oturup bağdaş kurdum. Gözlerimi kapattım.
Kendi kendime konuşuyor gibi başladım cümleme:
- Haklısın.
Seni bir daha görmeyeceğim. Sana her şeyi anlatacağım, sende beni anlayacaksın.
Yardım edeceksin bana. Bir melek gibi, dedim. Sonra yavaşça gözlerimi açtım ve
yüzüme en masum gülümsememi yerleştirip kafamı sola yatırdım."Ama ben
açıktım önce yemek yesek?" dedim. Tepkisini ölçmek için gözlerimi ona
dikmiş bakıyordum. Elindeki çalı ile toprağa bir şeyler yazıyordu. Dişleri
gözükecek şekilde gülümserken başını bana çevirdi: “Tamam, ama her şeyi anlatacaksın
söz mü?" dedi. Kendimden emin bir şekilde: “Tabi ki ” dedim. Az önceki
zifiri karanlık yerini aydınlığa bırakıyordu. Yavaşça ayağa kalktım. “Adım
Irmak. Bunu biliyorum. Sonra… Sanırım daha fazla şey bilmiyorum." deyip
dudak büktüm. "Çok acayipsin." dedi çınlayan kahkahası ile beraber.
“Dur dur hatırladım. Yalnız kalmak istiyordum." dedim. "İyi ama
neden?" diye karşılık verdi. “Ben ailemi hiç görmedim. Yetimhanede
büyüdüm. Sanırım olabilecek en kötü şartlardı. Dünyanın en berbat çocukluğuydu.
Bir gün beni yanlarına çağırıp buradan gideceğimi söyledikleri an çok mutlu
olmuştum. Daha güzel bir hayat beni bekliyor sanmıştım, yanılmışım. İnsan
iyisini bekleyip kötüsüyle karşılaşınca sarsılıyor. Hele de çocuk olunca. Üvey
anne-babam gerçekten beni hiç sevmiyorlardı. Sadece “yapmış gibi görünmek"
için beni almışlardı. Tüm yaşıtlarım yetimhaneden geldiğimi biliyordu.
Dışladılar, ötekileştirdiler. Sonra bir gün eve geldiğimde içeride daha önce
hiç görmediğim bir kadın gördüm." Gözlerim dolmuştu. Yaşları elimin tersi
ile sildim. “Senet diyordu. Ne kadar küçük olsam da senedin ne demek olduğunu
biliyordum. Bir kaç yıl önce işin aslını öğrendim. Pınar -ikinci üvey annem-
hiç evlenmemiş. Bir çocuğunun olmasını çok istiyormuş. Bu yola başvurmuş.
" Birden susmuştum. “Ya sonra " dedi Doğa. “Artık bir şey yesek de
öyle devam etsem?" dedim. Birden gözlerindeki duman dağıldı. Gülümsedi.
“Tamam, hadi gel bakalım" dedi. Yemek yerken yeniden anlatmaya başladım.
“Hep ötekileştirdiler beni. Çığlık çığlığa bağırdığım zaman bile kimse sesimi
duymadı. Bu sabah uyandığımda Pınar’ın bana bir mektup bıraktığını
gördüm." Cebimdeydi mektup. Doğa’ya uzattım cebimden çıkarıp.
“Irmak,
Senden, senin
sorunlarından, depresyon hallerinle uğraşmaktan bıktım. Yurt dışına
taşınacağım. Numaramı bile değiştireceğim. Ev senin olsun. Yeter ki seni bir
daha görmeyeyim.
–Pınar”
Doğa
okuyunca tekrar konuşmaya başladım. “Hiç bir zaman maddi zenginlik istemedim.
Tek bir dost istedim. Ama hiç olmadı. Olur mu? Bilmiyorum. Sanırım ölümüm bile
böyle olacak. Tek. Acaba kim fark edecek? Kim bulacak cesedimi?" Hiç tepki
vermiyordu. Bakıyordu. Ama farklı bir bakıştı. Beni anlıyordu. İlk kez biri
üzüntüme ortak oluyordu. İçimde bir kıvılcım alevlenir gibiydi. Yemeklerimiz
bittiğinde akşam olmak üzereydi. Konuşmuyordu. Ses yoktu. Ama güven veriyordu
bakışları. Mutluydum. Belki de konuşup kendine bağlamaktan korkuyordu.
Saatlerce yürüdük, yürüdük, yürüdük. Konuşmadan ama yanında birisinin olmasının
verdiği güvenle. Sonunda bir kaldırıma oturduk. Yorulmuştum. Algılayabildiğim
tek şey sayıklıyordum : " BENİ BIRAKIP GİTME, YALVARIRIM. "
diye… Günün ilk ışıkları pencereden içeri doluyordu. Dün olanlar aklıma gelince
yataktan fırladım. Tüm evi aradım. Yoktu. Gitmişti. Rüya mıydı? Ben rüya mı
görmüştüm? Umutsuzca kendimi koltuğa attım. O an masanın üzerindeki fotoğrafı
gördüm. Doğa ile dün çekilmiştik. İşte o an bir umut doldu içime. Belki bir
daha gelmeyecekti ama var olduğunu bilmek bile yeterdi bana. Yaşamak için bunu
bilmek yeterdi. Kendime bir söz verdim: “Yaşamımın geri kalanını onu bulmak
için adamak, yaşamak için iyi bir neden olacak. " Susadığımı hissettim.
Ama o arada fotoğrafta dikkatimi bir şey çekti. Gözleri yoktu. Uzun zamandır aç
olduğum için yanlış gördüğümü düşündüm. Mutfağa giderken yüzümde kocaman bir
gülümseme vardı. Mutluluk buydu. Tam buzdolabının kapısını açtığım sırada
balkonun kapısından bir ses geldi. Koşarak salona gittiğimde masanın üzerinde
bir not vardı. Notun üzerinde " Doğa’dan " yazıyordu. Resim etrafta
yoktu. Aradım, bulamadım. Elime aldım notu ve okudum. " HAYALETİN HER
ZAMAN YANINDA İNANMAN YETERLİ " Bu gözlerini fotoğrafta neden göremediğimi
açıklıyordu.
-Şeyma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder